YAŞAM VE ÖLÜM ARASINDA
- alperenbilen
- 1 Şub
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Şub
Tıp eğitimi altı yıl süren, sayfalarca bilgiyle dolu bir maraton gibi görünse de, insanın hafızasında asıl kalanlar birkaç anın içinde saklıdır. Gerçekten dönüştürücü deneyimler belki sadece birkaç güne, hatta birkaç saate sıkışır. İşte o anlardan biri: İntörnlüğümün son günlerinde, hastane koridorlarında aklımı başıma getiren o gece.
Göğüs hastalıkları servisindeki son nöbetlerimden birinde bir hastamız fenalaştı. Odaya dolan asistanlar bizi de çağırdılar. Serviste iki intörn nöbet tutuyorduk. Bizden istenen, kan gazı almamızdı. Arkadaşım numuneyi alıp makineye götürdü, ben ise hastanın kanama bozukluğu olduğu için yaranın üzerine pamuk bastırmaya devam ettim.
Odaya ilk girdiğimde, hastanın yaşını ya da cinsiyetini kestirmek imkânsızdı. Yüzü ve vücudu, aldığı tedavilerin izlerini taşıyor, sanki zamansız bir kışın ortasında kalmış gibi pul pul dökülüyordu. Daha sonra öğrendiğime göre, bu, kemoterapi sonrası yapılan kök hücre naklinin tetiklediği bir komplikasyondu: Graft versus host hastalığı (GVHD). Vücut, kendisine verilen yeni hücreleri yabancı olarak algılamış ve onlarla savaşmaya başlamıştı.
Yanında, başörtüsünün arasından yorgun gözleri görünen bir kadın duruyordu. Annesiydi. Kızının kanama bozukluğu olduğunu, her kan alımında uzun süre baskı yapmak gerektiğini söyledi. Yumuşak bir ses tonuyla, alışkın olduğu bir gerçeği tekrar ediyordu. Korkuya, öfkeye ya da umutsuzluğa yer bırakmadan… Sadece gerçeği.
Ben bastırmaya devam ettim. Ne diyebileceğimi, denilebilecek bir şey olup olmadığını bilmiyordum. Birkaç dakika sonra, kanamanın durduğuna emin olup pansumanını yaptım. Kapıdan çıkarken, tüm samimiyetimle annesine döndüm ve yalnızca "Allah şifanızı versin." diyebildim.
O gece, X.Z.*’nin hikâyesini öğrendim. Yıllardır lenfoma hastasıydı. Üstelik, nadir rastlanan bir şekilde hem Hodgkin hem de non-Hodgkin lenfoma ile savaşmıştı. Gözündeki lenfoma nedeniyle hastaneye gelip gitmiş, kemoterapiler almış, ardından kök hücre nakli olmuştu. Ama vücudu ona ihanet etmişti. GVHD yalnızca derisini değil, iç organlarını da sarmıştı.
Yoğun bakım…
X.Z.'yi oraya taşıdığımızda izole bir odaya almıştık. Annesi ve babası, yoğun bakımın kapısında bir doktorun, bir hemşirenin çıkmasını bekliyordu. Ellerinde kalan tek şey buydu: Beklemek. Ama içeriden söyleyebileceğimiz hiçbir şey yoktu. Verebileceğimiz bir umut da…
İntörn olarak görevimiz belirli aralıklarla kan almaktı. Arkadaşımla bu görevi aramızda pay ettik. Bir zorluk olarak değil, içimizde hissettiğimiz bir yük olarak. Çünkü ben her seferinde hastayı gördüğümde, onun benimle yaşıt olduğunu hatırlıyordum. Belki de beni duyuyordu. Belki de iğnenin batmasını hissediyordu. Ama bunlara karşılık veremiyordu.
Kendi içimde bir mücadele başladı. Eğer elimde bir değnek olsaydı, onu bir anda iyileştirebilir miydim? Bunu isteseydim bile, gerçekten onun için iyi bir şey mi yapmış olurdum? Ona kazandıracağımız üç ya da beş gün, çektiği acılarla kıyaslandığında ne ifade ederdi?
Biz doktorlar neydik?
Ölümün kapısını biraz daha ileriye itmeye çalışanlar mıydık?Yoksa yaşamın ipliğini mümkün olduğunca uzatmaya çalışanlar mı?Hangisi daha doğruydu?
Sabah, yoğun bakıma rutin kanları almaya gittiğimde annesiyle babasına rastlamadım. X.Z. yatağında değildi. Yatağına bembeyaz bir çarşaf serilmişti. Oda toplanmıştı.
O an anladım ki, bazen bir insanın ardından sadece sessizlik kalır.
*:Hasta mahremiyetini korumak adına bu kısaltmayı kullandım.
Commentaires