top of page

Yeterince İyi

  • alperenbilen
  • 2 Mar
  • 2 dakikada okunur

Bugün, mükemmellik algısının bir insanı nasıl hüsrana uğratabileceğini, neden sadece iyi olmanın kimi zaman (ve hatta çoğunlukla) mükemmel olmaktan daha anlamlı, mutlu ve tatmin edici olduğunu ele alacağım. Bir öğrenci, bir hasta ve bir hekim olarak her zaman mükemmeli hedefledim. Bu, kendimi tanıma ve iyileşme yolunda önemli bir adımdı ve mesleki anlamda mükemmel olmak isteyen pek çok meslektaşım olduğunu tahmin ediyorum. O halde başlayalım.


Bir mükemmel varsa, ona ulaşmak insan tabiatının en doğal arzularından biridir. Mücadele ederiz, ulaşamadığımızda canımız sıkılır, kendimizi yetersiz hissederiz. Schopenhauer'in dediği gibi, "Hayat, istek ile sıkıntı arasında bir sarkaç gibi sallanır." Bana göre bu istek, mükemmellik isteğiyse, sarkaç daha büyük bir kuvvetle sıkıntıya savrulur.


Ancak mükemmellik her şeyden önce bir algı meselesidir. Hepimizin mükemmel tanımı farklıdır. Bu nedenle herkesin bu arayış içinde yaşadığı sıkıntının boyutu değişir. Kimileri, ulaşılabilir bir mükemmellik anlayışı benimseyerek daha az stresle yaşarken, kimileri asla erişilemeyecek bir idealin peşinden koşarken büyük sıkıntılar çeker. Üstelik mükemmel olarak algıladığımız şeye ulaştığımızda da hayal kırıklığına uğramamız mümkündür çünkü bizim için mükemmel olan belki de daha farklı bir seçenekte yatıyor olabilir.


TUS’ta hedefledikleri mükemmel bölümlere giden hekimler arasında bölümünden hayal kırıklığına uğrayanların sayısı hiç az değildir. Çünkü algılarımız ya içeriden ya da dışarıdan edindiğimiz düşüncelere göre şekillenir. Dışarıdan sürekli verilen mesaj biz farkına varamadan bizim adımıza karar alır. Tıp fakültesine nice hayallerle ve zorluklarla girdiğimiz hâlde, mezun olurken tercih listemiz rahatlık ve ekonomi çevresinde şekilleniyor. Bunlar bölüm tercihinde düşünülmesi gereken faktörlerdir elbette ama yalnızca bunlara göre yapılan bir tercih kendi güçlü yönlerimizi, keyif aldığımız stajları görmezden gelmektir. Hiçbir bölüm her anlamda mükemmel değildir, her branş layığıyla yapılırsa zordur. İşini layığıyla yapan her hekim de değerli bir hekimdir.


Sınavlarda 100 mükemmel puandır, peki 100 almamız bilgi seviyemizin mükemmel olduğunu mu gösterir yoksa bizim için doğru soruların sorulduğunu mu?

Peki numerik olarak ölçemediğimiz alanlardaki mükemmelliğimiz? Sosyal becerilerimizi, erdemlerimizi ya da espri yeteneğimizi puanlayacak sistemler yoktur. O zaman "mükemmel insan" olmaya çalışırken hangi yolu izlemeliyiz? Kendimizin en iyi versiyonu olmaya odaklanmalı mıyız, yoksa başkalarıyla sonsuz bir karşılaştırma içinde mi kaybolmalıyız?


Sosyal medyada mükemmelliklerini sergileyen insanlara bakarak onlar gibi olmayı umut edebiliriz. Ancak bu, içinden çıkılmaz bir umutsuzluk yaratabilir. Kendi mükemmel tanımımızı yapmadan başkalarının mükemmelliğine odaklanmak, sürekli bir yetersizlik hissi yaratır.


Mükemmelliği bir de doğanın perspektifinden ele alalım. Doğadaki her şey bir düzen içinde hareket eder ve bu düzeni bir yaratan varsa onun yarattığı şey de en yüksek seviyede, yani mükemmel olmalıdır. Bir ressam, tuvalini en iyi şekilde değerlendirmek isterse, yaratıcı da eserini mükemmelliğe yaklaştırmak isteyecektir.


Ancak eğer her şey rastgele meydana geldiyse, bu tesadüfün kendisi mükemmel olmalıdır. Çünkü hayatta kalabilen her şey, varlığını sürdürebildiği için yeterince "iyi" ve "uyumlu" olmak zorundadır. O halde mükemmel yerine yeterince iyi olmak neden kötü olsun?


Bir dizide duyduğum şu sözle yazımı noktalıyorum “Life doesn’t have to be perfect, it just has to be lived.” “Hayat mükemmel olmak zorunda değil, sadece yaşanmalı.”


 
 
 

Comments


bottom of page